Hoş geldin sevgili okuyucu… Lütfen "sen" diye hitap etmeme izin ver… Büyüdüğüm evin kurallarından biri de, baba ile "siz" li konuşmaktı… Bu nedenle en sevdiklerimle senli benli olmaya ve bu samimiyeti hissetmeye hasret büyüdüm… Belki seninle birlikte bu büyük boşluğu doldurabilirim ne dersin?
Hatırladığım en uzak anımda dört ya da beş yaşlarındaydım. Adana’daki evimizin garaj kapısının önünde, babamın arabasını çıkarmasını beklerken, yanımda duran anneme sormuştum: “Anne biz ‘ESKİDEN’deyiz değil mi!?...” Annemin şaşkın ve anlamaz bakan gözleri hala zihnimde canlılığını koruyor. Daha o yıllardan, tüm hayatım boyunca “zaman” ile süregelecek bir sorunum olacağı belliydi sanırım. Yıllar geçti, o anı ile beraber çok şey ‘ESKİDEN’de kaldı. Büyüdüm, babamın bende görmek istediği hayalini, Tıp Fakültesi’ni bitirerek gerçekleştirdim; evlendim, eşimin istekleri benim isteklerim oldu. Dostum zaman, yanımdan hızla akarken rüzgarıyla yüzümü yaladığında, hayatımda yanlış giden bir şeyler olduğunun farkına vardım. Hayat, insanın kendi seçtiği boyalarla renklendirdiği boş bir tuvalse, gene kendi seçtiği bir silgi ile neden temizlenemesindi?...
Eşimden ayrıldım; anlayamadığım bir telaşla, önüme çıkan, ilgimi çeken, onlarca farklı konuda eğitimler alarak sertifikalar biriktirdim... Bu sefer kendi hayalimi gerçekleştirmek için Güzel Sanatlar Fakültesi ‘nin ‘İç Mimari Bölümü’nü bitirdim... Tekrar evlendim… Zamana karşı yarışırken, ruhumun önden gidip bedenimin arkada kaldığının farkına vardım… İlgimi çeken çok fazla konu olmasına rağmen, sınırlı enerjim ve sadece günde 24 saatim vardı. Bedenim ruhuma yetişmeye çalışırken doymak bilmez öğrenme açlığımla nasıl baş edecektim? Doktor kimliğimden kopma zamanımın geldiğine karar verdim ve emekli oldum – ki doktor kimliği sahibini hiç bırakmıyor -.
Artık sadece beni mutlu eden, huzurlu kılan, ruhumu besleyen işlerle ve en sevdiğim iki kelime ile doldurmalıydım hayatımı; sevgi ve özgürlük ile… Kendimi özgürce ifade edebileceğim ve sevgiyi her anlamda deneyimleyebileceğim alanlar ile… Bir süre mezun olduğum Güzel Sanatlar Fakültesi'nde "temel tasarım" dersleri verdim... Resim, seramik, mozaik, fotoğraf, doğa yürüyüşleri, dört patililer hep hayatımdaydı… Buna son olarak yazmayı da ekledim…
Hayata ve yaşamaya dair yazacak çok şey var… Ormanın içinde yürürken sadece ağaç gövdelerini seyretmek yerine, azıcık zıplayarak neden ormanın bütününü görmeyelim?... İşte hayatın zevki de bu noktada çıkıyor… Hayata farklı açılardan baktığında, her şey dönüşüveriyor… Okuduğum bir kitaptaki başlangıç cümlesi sanırım bu yüzden yaşam mottom oluvermişti: Melekler uçabilirler, çünkü hayatı hafife alırlar… Ha bir de hafife almak, hafifleyip daha yükseğe zıplamayı da sağlıyor…
Sohbet çok güzel… İnsanın seninle konuştukça konuşası geliyor… Burayı bir "Blog" değil de, bir "Sanal Cafe" olarak görmeni isterim… Bir çay ya da kahve içimlik dinlenme arasında beklerim… Belki sohbetlerimiz, içtiklerinin yanında bir dilim tatlı olur… Hem de kilo yapmayan türden…
Şimdilik sevgiyle, hoşça kal!...
İpek Çerçi Akar