24 Jun
İÇİMDEKİ HİKAYELER - 7 -

ŞANS          

        Neşe aynada kendine son bir kez baktı. Açık yeşil keten elbisesinin üzerinde iyi durduğuna karar verdi. Beline oturan elbisenin kahverengi deri kemerini kumaş yuvalarından geçirdi. Siyah saçlarını tepesinde sarı yeşil desenli bir eşarpla topladı. Dudaklarını hafifçe renklendirdi. Yeşil göz kalemini zümrüt yeşili gözlerinin etrafına dikkatlice çekti. Görüntü hoşuna gitmişti. Zaten mutlulukla ışıldayan gözleri, geniş bir gülümsemenin eşliğinde daha da parladı. Hasır, uzun saplı çantasının içine cüzdanını, anahtarlarını, dudak parlatıcısını atıp, güneş gözlüğünün sapını önden düğmeli elbisenin içine oturtarak önüne taktı.  Neşeyle annesine seslendi:

         “Anne ben çıktım. Akşam yedi gibi dönmüş olurum!”         “Tamam kızım. Dikkatli ol. Selam söyle Emir’e!”

         Zeliha Hanım kızının son günlerdeki mutluluğundan dolayı hoşnuttu. En sonunda hayatına bir erkek arkadaş girmiş, onu kabuğundan çıkarmıştı. Neredeyse sekiz yıldır o da karalar bağlayan tüm aile gibi içine kapanmış, gençliğinin en güzel yıllarını göz yaşları içinde geçirmişti. Üniversite olmasa evden dışarıya adımını bile atmazdı. Okul bittikten sonra, bu durumundan endişe duyan babası onun için bir iş ayarlamış, çalışma hayatına atılmasıyla da zoraki evden çıkmasını sağlamıştı. Emir’le de işi sayesinde tanışmıştı. Bir mimarlık firmasında iç mimar olarak çalışıyordu Neşe. Emir’in avukat olan babasının ofisinin tadilat işini almışlar, bu işin yürütülmesinin sorumluluğunu da Neşe’ye vermişlerdi. Emir işleri kontrol için gelip giderken yakınlaşmışlar, aralarındaki çekim sayesinde birdenbire, önce arkadaş, sonra da sevgili oluvermişlerdi. Emir Antalya Devlet Hastanesinin acil servisinde çalışan pratisyen bir hekimdi. Neşe’yle aynı yaşta, duygusal ve ince ruhlu bir gençti. Neşe’yi onun kibarlığı, zamanından önce olgunlaşmış ruhu ve çevresindeki tüm canlılara olan merhamet dolu duyarlılığı çekmişti.

         Neşe ikinci el küçük arabasına binip çantasını yan koltuğa koyarken “Bana söyleyeceği önemli şey ne acaba?” diye düşündü. Birliktelikleri yedi ayı doldurmuştu. Bu bir evlenme teklifi olabilir miydi acaba? Kalbi kıpır kıpırdı. Bu soru geldiğinde vereceği cevabı çoktan biliyordu. Tüm kalbi ile “Evet!” diyecekti tabii ki. Heyecanla arabayı çalıştırdı. Emir’le falezlerin üzerindeki çok sevdikleri deniz manzaralı kafede buluşacaklardı. Trafik, günlerden pazar olmasına rağmen bayağı yoğundu. Her zamanki gibi, gereğinden yavaş kullanarak arkasındaki sabırsız araçları kızdırdığının farkına vardı. Yolun sağına doğru çekerek söylendi: “Haydi geçin geçin. Beş dakika geç gitseniz ölürsünüz…” Kendi cümlesini duyduğunda gözleri doldu ve devam etti: “Ya da öldürürsünüz!”

         Bugün üzüntülü anılara takılacak gün değildi. Kafasındaki düşünceleri kovaladı. Emir’i görmek için sabırsızlanıyordu. Park yerine girdiğinde on beş dakika geciktiğini fark etti. Koşar adımlarla kafeden içeri girdi. Pazar olduğu için tüm masalar tıklım tıklım doluydu. “Umarım bir yer bulup oturmuştur!” diye geçirdi içinden kalabalığın içinde onu bulmaya çalışırken. Neden sonra arkası kendisine, yüzü denize dönük halde, en öndeki iki kişilik masalardan birine oturmuş manzarayı seyreden kumral kıvırcık saçlı kafayı seçebildi. Kendisine yer göstermek için önüne geçen garsona sabırsızlıkla “Arkadaşım bekliyor!” diyerek, sıkışık masaların arasından kendine yol bulmaya çalıştı. Emir’in arkasına geldiğinde elleriyle gözlerini kapadı.

         “Aaa Hatice geldin mi? Yoksa Fatma mı? Hayır hayır Ayşe ya da Ebru!” Emir, Neşe’nin ellerini tutmuş, tahmin etme numaralarına başlamıştı.

         “Yaa aşk olsun Emir yaa! Ben de seni tanımayacağım bundan sonra!”

         “Canım benim, senden başka gözlerimi kapatacak kız yok ki hayatımda. Bilmiyor musun?” Emir ayağa kalkmış, Neşe’ye sevgiyle sarılmıştı!

         “Hoş geldin! Tesadüf bu masa boştu. Evren bile bizden yana bak!”

         “Evet gerçekten de ne kadar kalabalık her yer! Zor geldim trafikte. Biraz da geciktim. Özür dilerim canım.”

         “Hiç sorun değil. Manzaranın tadını çıkarıyordum ben de. Baksana bugün nem olmadığı için neredeyse tüm sahili Kemer’e kadar görebiliyorsun. Deniz de ne kadar berrak ve sakin.”         Emir sandalyesini çekerek oturmasına yardım etti. Sonra da belli belirsiz bir el hareketi ile garsonu çağırdı.

         “Ne içersin canım? Buranın tatlıları enfestir, denemeni tavsiye ederim!”

         Neşe garsonun uzattığı menüden bir tatlı ve kahve seçti. Emir de koyu bir filtre kahve. Neşe Emir’in bir an önce konuya girmesini istiyordu. Kalbi gittikçe hızlı atmaya başlamıştı. En sonunda kendini tutamadı:

         “Bana söyleyeceğin o çok önemli mesele nedir çok merak ediyorum canım! Haydi söylesene!”

         Gözleri, Emir’in gözlerindeki anlaşılmaz hüzünle çarpışınca birdenbire hayal kırıklığı sardı tüm ruhunu. Emir konuşmak için acele etmiyor gibiydi. “Acaba evlenme teklif etmeyecek miydi? Başka bir konu mu var?” diye düşündü Neşe. Emir’in yüzü bulutlanmış, sesi düşmüştü.

         “Evet söyleyeceğim canım. Ama öncelikle şunu bilmeni istiyorum. Sen benim hayatımdaki en önemli şeysin. Tüm hayatımı seninle geçirmek istiyorum. Seni kaybetmeye dayanamam. Ancak anlattıklarımdan sonra benimle olmak isteyip istemeyeceğine sen karar vereceksin.”

          “Tabii ki ben de ömrümün sonuna kadar seninle olmak istiyorum. Bunu hiçbir şey değiştiremez. Beni korkutuyorsun Emir.” Heyecanla atılmıştı Neşe. Ondan vazgeçmesini gerektiren konu neydi bilmek istiyordu.

         “Bunu söylemekte acele etme canım. Şimdi beni sakince dinlemeni istiyorum!”

         Neşe huzursuzlukla kıpırdadı. Sanki düşüncelerini Emir’in yüzünden okuyabilirmiş gibi dikkatlice baktı. Kıvırcık saçları boncuk boncuk terlemiş alnına yapışmıştı. Gözlerini Neşe’den kaçırmak ister gibi masaya bakıyordu. Masa örtüsünün üzerinde yürüyen irice bir karınca çarptı gözüne. Bir peçete aldı eline ve ucunu karıncaya yaklaştırarak peçeteye çıkmasını sağladı. Sonra da yanlarındaki korkuluğun dibindeki çimenlere doğru uzattı peçeteyi. Karınca yürüyüşüne sakince çimenlerin üzerine devam etti. Peçeteyi bıraktığı eliyle Neşe’nin elini usulca tuttu. Nereden başlayacağını bilmiyor gibiydi.

         “Bundan sekiz yıl önceydi. On sekiz yaşıma yeni girmiştim ve ehliyetimi de yeni almıştım. Babam arada kendi arabasını veriyordu ve arkadaşlarla gezmeye gidiyorduk…” Emir çok zor konuşuyordu. Bardağından bir yudum su alıp devam etti.         “Gene bugün gibi kalabalık ve sıcak bir pazardı. İki arkadaşımla birlikte denize gitmeye karar vermiştik. Tek yönlü caddenin sağından gidiyordum. Solumda yük taşıyan bir kamyon vardı. Birdenbire önünde giden bisiklete bindirdi. Bisiklet benim arabanın önüne düştü. Onu ezmemek için refleks olarak sol tarafa kırdım.”

         Gözlerinin yaşlarla dolduğunu gördü Emir’in. Karnında bir basınç hissetmeye başlamıştı.  Bir an susan Emir, konuşmaya devam etti.

         “Kaldırımdan inip, caddenin kenarında karşıya geçmek için bekleyen genç bir kıza çarptım. Her şey birkaç saniyede oldu bitti. Çok hızlı gitmiyordum aslında ama kızın kafası kaldırımın kenarından darbe aldı. Hemen ambulans çağırdık ve hastaneye götürdük. Kız bir gece yoğun bakımda kaldı.  Ciddi bir beyin sarsıntısı geçirdiğini söyledi doktorlar. Ertesi sabah onu kaybettik.”

         Neşe donmuş kalmıştı. İnanmaz gözlerle Emir’e bakıyordu. Kendi ablasının başına gelenleri anlatıyordu Emir. Canı gibi sevdiği Ayşegül’ü de aynı bu şekilde kaybetmişler, olayın meydana geliş biçiminden dolayı şoför az bir ceza ile kurtulmuştu. Ablası ondan sadece üç yaş büyüktü. En yakın arkadaşı, sırdaşı, dostu her şeyiydi onun. Yıllarca yasını tutmuş, acısı hala yüreğinden çıkmamıştı. Tüm aile perişan olmuştu arkasından. Neşe olaya sebep olan şoföre beddualar okumuştu uzun süre. Anne ve babasını serbest bırakılan bu katilin peşini bırakmakla suçlamıştı haftalarca. Onların acılarına acı katmıştı Neşe’nin bu tavırları. Olayın çok talihsiz bir kaza olduğunu, hiçbir şeyi değiştiremeyeceklerini anlatamamışlardı ona. Neşe hayata da ailesine de küsmüş, içine kapanmış, psikiyatrist desteği almak zorunda kalmıştı.

         Garsonun siparişlerle masaya gelmesi ile Emir susmuştu. Neşe kritik soruyu sormak için garsonun gitmesini bekledi. Sesi titreyerek konuştu.

         “Emir vurduğun kızın ismi neydi?” 

        “Neşe o senin ablandı. Biricik ablan Ayşegül. Onun ölümüne sebep olan benim. Ne kadar üzgün olduğumu anlatamam! Seninle tanıştığımızda bunu bilmiyordum inan. Sonra soyadı benzerliği sandım. Ancak seninle evlenmek istediğimi anladığımda kafamda soru işareti kalmaması için araştırdım. Bu nasıl acı bir tesadüf bilmiyorum. Ama lütfen bizi ayırmasına izin verme!”

         Neşe’nin elini iki avucunun içinde sımsıkı tutmuş, yalvaran yaşlı gözlerle “Lütfen beni bırakma!” der gibi bakıyordu. Neşe iskemlesinin üzerinde kaskatı kesilmişti. Bu olayın ayrıntılarını hem polislerden hem de anne babasından defalarca dinlemişti.  Ablasına vurmasaydı önüne düşen bisikletliyi ezeceğini biliyordu. Üstelik ablasını öldüren arabanın darbesi değil, dengesinin bozulmasıyla kafasını vurduğu kaldırımın yarattığı travmaydı. Bir bakıma Emir de içine düştüğü bu durumda mağdur sayılabilirdi. Ancak sonuçta o ablasının ölümüne neden olmuştu işte. Bütün bir ömrünü geçireceği erkek ablasının katili mi olacaktı? Elini zorla Emir’in avuçlarından çekti. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Çantasını aldı ve tek bir kelime bile söyleyemeden hızla masadan uzaklaştı. Emir ona engel olamayacağını biliyordu. Peşinden gitmeyi denemedi bile. Bu bilgiyi sindirmesi ve bir karar vermesi için ondan uzak durmalıydı şimdi.

         Koşar adımlarla arabasını park ettiği yere kadar gelebildi Neşe. Kapıyı açıp şoför koltuğuna bırakıverdi kendini. Omuzları hıçkırıklarıyla sarsılıyordu. Arabayı kullanabilmesi için biraz sakinleşmesi gerekiyordu. “Nasıl bir kabusun içindeyim ben Tanrım!” diye inledi. “Bu nasıl bir ceza!” Uzun süre kendine gelemedi Neşe… Bir an önce eve gidip, odasına kapanmak, rahatça hüngür hüngür ağlamak ve günlerce de çıkmamak istiyordu. Kontak anahtarını çevirdi, vites kolunu geriye attı ve aynada arkayı kontrol ettikten sonra gaza basarak geri geri gitmeye başladı. Gözyaşları henüz dinmemişti ve dinecek gibi de değildi. Rahat görebilmek için koluyla gözlerini sürekli silmesi gerekiyordu. Park yerinin zemininin düz olması gerekirken, arabanın bir tümseğin üzerinden geçip zıplayarak yeniden düzlüğe indiğini fark etti. Arka camda çıkışın serbest olduğunu görebiliyordu. Kontağı kapatarak aşağıya indi. Arka tarafta görünür bir engel yoktu. Arabanın altındaki kanlı küçük patileri gördü dehşet içinde.

         “Aman tanrım, ben ne yaptım!” diyerek telaşla eğildi ve kıpırdamadan yatan küçük bir yavru köpekle karşılaştı. Fark etmeden üzerinden geçmişti. Küçük tüylü vücudu yavaşça arabanın altından çekti… Göğsü inip kalkmıyordu ancak yüzüne yaklaşınca nefes aldığını anladı…

         Telaşla bagajdan içine koyabileceği yumuşak bir şeyler ararken, sürekli tekrarlıyordu: “Lütfen ölme, lütfen ölme, lütfen ölme!”

         Yavruya zarar vermeden nasıl kaldıracağını bilmiyordu. Hayatında hiç evcil hayvanı olmamış, dolayısıyla da kucaklamamıştı… Eli ayağına dolanmış, kilitlenmiş, ne yapacağını bilmeden çaresiz gözlerle çevresine bakındı. Uzakta, bir taksiye binmek üzere olan Emir’i gördü. “Kafeden yeni çıkmış olmalı” diye düşündü. Avazı çıktığı kadar bağırarak Emir’e seslendi.

         “Emir, Emir lütfen yardım et… Ne yapacağımı bilmiyorum!” Nefesi kesilmiş, ani şokla kesilen gözyaşları yeniden gözlerinden akmaya başlamıştı… Emir koşarak yanına geldiğinde kesik kesik konuşarak olayı anlatmaya çabaladı ancak Emir olan biteni hemen anlamıştı zaten.

         “Tamam canım korkma! Hala yaşıyor. Hemen veterinere götüreceğiz!” Park yerinin köşesindeki çöp konteynırının yanına bırakılmış mukavva bir koli çarptı gözüne. Koliyi köşelerinden yırtarak, sert tabanlı küçük bir sedye oluşturdu. Kenarından yavrunun gövdesinin altına soktu ve nazikçe üzerine itti. Mukavvanın üzerinde, gözleri kapalı, kanlar içinde hareketsiz yatan o küçücük şeye bakınca bayılacağını hissetti Neşe. Bu masum hayvan ölürse, o da Emir’in durumuna düşecekti; katil olacaktı. Bu düşünceyle dehşete düştü.

         “Bak böylece çok fazla kıpırdatmadan arka koltuğa koyabiliriz. Araba kullanabilecek durumda mısın canım?” diye sordu. Emir sebep olduğu talihsiz olaydan sonra bir daha araba kullanmamaya yemin etmişti. Neşe onun kullanmadığını biliyordu ancak nedenini hiç sormamıştı ona. Şimdi kafasında birtakım taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Emir’in yüzüne bakarken onun içindeki derin acıyı da çok net görebildiğini fark etti.

         “Evet kullanabilirim. Ama en yakın veteriner nerede bilmiyorum!”

         “Buraya iki sokak ötede, iyi tanıdığım veteriner bir arkadaşımın kliniği var. Hafta sonları da açık. Ben sana tarif edeceğim. Sen sadece sakince kullanmaya çalış tamam mı?”         Kliniğe kadar süren altı dakika boyunca, Neşe içinden bildiği tüm duaları gözyaşları içinde etti.  İçi çelişkili duygularla doluydu. Bundan sadece yarım saat önce, ömrünü onunla geçirmek için can attığı Emir’i, böyle bir durumun içine düştüğü için suçlayarak terk etmişti. Ancak daha büyük bir planın dişlileri, kendisini de aynı duruma itmişti işte

         “Emir’le aynıyız. Hiçbir farkımız yok!” diye düşündü. “Üstelik Emir gerçekten de karıncayı bile incitmeye çekinen bir insan! Bu yönü benden çok daha duyarlı!” Gözlerinin önüne Emir’in eline peçeteyi alıp karıncayı çimlere bırakması geldi. Gözyaşlarının arasında istemsizce gülümsedi…

         “Lütfen Allah’ım lütfen bu yavrunun yaşamasına izin ver. Eğer izin verirsen…”

         “Geldik canım. Burası!” Emir’in sesi ile irkildi… Aceleyle Arabadan inip küçük köpeği Emir’in veteriner arkadaşı Fatih’in ellerine teslim ettiler. Üç saat boyunca, yan yana oturup, hiç konuşmadan beraberce Fatih’in müdahale odasından çıkmasını beklediler. Geçmişin ve bugünün kabusları Neşe’nin kafasının içinde bir araya gelmiş; Emir’le ilgili çelişkili duyguları suçluluk hissi içinde harmanlanıp duruyordu. Bu belki de hayatına hiç olmadığı kadar farkındalık katan bir üç saatti. Yaşamın ne kadar garip, anlaşılmaz ancak görebildiğin oranda da bir o kadar basit ve çözülebilir olduğunu düşündü. Bir dakika önce yargıladığın duruma, bir dakika sonra senin düşmeyeceğinin garantisi yoktu. Neyin suç, kimin suçlu olduğu da her durumda tartışma konusuydu. Yıllar boyunca ablasının hayatını aldığı için beddualar ettiği adamla yan yana, küçük bir köpeğin hayatının kurtulması için dua etmek kozmik bir şaka gibiydi. Ya da trajikomik bir filmin ilk sahnesi…

         Bu olaydan iki yıl sonra Emir ve Neşe, kızları Ayşegül’ün ilk yaş gününü, tüm ailenin de katıldığı bir yemekte kutlayacaklardı. Kazadan sonra tamamen iyileşen yavru köpeği de evlat edinmişler, ismini Şans koymuşlardı… Ortalarda neşeyle koşturuyor, sevinçle havlayıp duruyordu. On yıl önce, ilahi bir planın önlenemez sonucunda kaybettikleri, sevgi ile kalplerine gömdükleri Ayşegül‘ün de aralarında olduğunu ve onu sadece Şans’ın gördüğünü hiçbirisi bilmiyordu…


           İpek Çerçi Akar

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.