EJDERHAMA DOKUNMA
Merhaba sevgili okuyucu… Seninle tekrar bir araya gelmek beni çok heyecanlandırıyor… Kahvemi de yanıma aldım ve sohbete hazırım…
Bugün kız kardeşim, her sabah geleneksel bir şekilde yerine getirdiğimiz günaydınlaşma ritüelimizde, bana bir duvar yazısı göndermiş: “Ben deli değilim!... Ejderhama bağırma!..” Dudaklarım, iki kulağıma birden kavuşurken, bunun benim için çok da uygun bir tanımlama olduğunu düşündüm…
Hayatımın her döneminde, ‘Game of Thrones’ dizisinin en sevdiğim karakteri Khaleesi gibi, farklı bir ejderha yumurtasına sahiptim… Doğru zamanda ve şartlar olgunlaştığında yumurta kırılır ve hayatıma heyecan katacak, yataktan coşkuyla kalkma nedenim olacak yeni bir amaç doğardı… Buna belki de yeniyi öğrenme, yeniye balıklama dalma açlığı da diyebilirsin -ya da rutin alerjisi- … Yeni bir bilgi, yeni bir alan, yeni bir iş, yeni bir okul, yeni bir hobi, yeni insanlar, yepyeni ayak basılmamış yerler… Yeni olan şey, bilinmez ve öngörülmezdir. Bilinmezliğin uçsuz bucaksız ihtimaller dünyasında at koşturup, ruhunu besleyecek yepyeni renkler keşfetmek ise büyük zevk…
Ben de önce yumurtamın kırılmasını sabırla bekleyip, bebek ejderhamı büyütmek için besin yerine geçebilecek her türlü donanımı ediniyorum… Bu yeni dünyada küçük adımlarla ilerlesem bile, tazelenmiş yaşam sevinci ve coşkusunun miktarı, hatırı sayılır biçimde büyük oluyor… Ejderhamın her bir tüyünü keşfedip, ağzından çıkan ateşle en yakın çevremi de aydınlattıktan sonra, onu gökyüzüne salıveriyorum… Ancak sonsuza kadar benden uzak kalmıyor… Zaman zaman ona özlem duyduğumda bana geri dönüyor ve hasret gideriyoruz… Tabii onu gönderdikten sonra, başka bir ejderha yumurtası evlat ediniyorum… Önce onun doğum sancıları, sonra bebeklik dönemi derken tekrar yeni bir öğrenme süreci ile ilgili, farklı bir dünyaya adım atıyorum…
Bu yönümü bilen yakın çevrem -en başta eşim-, bana ‘maymun iştahlı’, ‘ahtapot gönüllü’, ‘….. kurtlu’ şeklinde enteresan tanımlamalar yüklüyorlar… Oysa Japonların Ikigai felsefesi de, bir yönü ile benimle hemfikir… Her sabah istekle uyanmayı ve hayatın mutlu bir şekilde akmasını sağlayan bir yöntemdir Ikigai… Herkesin kendi ‘Ikigai’sini, yani ‘hayat amacını’ bulması gerektiğini söyler… Bu bir hobi olabildiği gibi, bir alışkanlık, tutku, iş, hatta insan bile olabilir… Araştırmalar, her gün yaşam amacını canlı tutmak için belli bir vakit ayrıldığında, mutluluk hormonlarının yanı sıra salgılanan DHEA’nın da, insan ömrünü belirgin bir şekilde uzattığını ortaya koyuyor.
Ben de ömür boyu kendi İkigai’min arayışında olduğum için maymun iştahlı mı sayılıyorum, gerçekten emin değilim. Ancak düşündüğümde böyle olmanın bir iyi, bir de kötü yanını keşfettim: Kötü yanı, birçok konuda bilgi sahibi olup, çok yer görüp, çok insan tanımak; ancak belli bir konuda tam anlamı ile uzmanlaşamamak, tanıdığın tüm insanlara yeterince zaman ayıramamak ve her yeni yerde yeterince vakit geçirememek. İyi yanı ise, seni en mutlu edecek konuları, işleri, insanları, yerleri keşfetmek… İşte bu noktada, hayattan beklentinin ne olduğu devreye giriyor…
Mutluluğun kader değil, bir seçim olduğunu düşünüyorum… Razı olmamak, öğrenmeye aç olmak, aramak, pes etmemek, yeniden başlamak gerekiyor… Tabii alışık olduğun güvenli alanın rahatlığından çıkmayı da göze almak… Ya da Albert Einstein’ın delilik tanımındaki gibi, her gün tekrar tekrar aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar beklememek… Bu arada, tabii ki ejderhana dil uzatılmasına izin vermemek…
Kim ne derse desin, benim seçimim belli… Diyojen yerimde olsaydı, büyük ihtimalle İskender’e “Ejderhama gölge etme, başka ihsan istemem senden!..” derdi.... Sen ne derdin sevgili okur?
Şimdilik sevgiyle ve hoşça kal…
İpek Çerçi Akar