22 Mar
GODO'YA MEKTUP

GODO’YA MEKTUP         

       Hoş geldin sevgili okur… Bugün biraz hüzünlüyüm… Yok hayır; aslında kötü bir şey olmadı… Sadece 13 yıl önce yazdığım bir mektup karşıma çıktı; canlanan eski  anılar, biraz gözyaşı ve çokça gülümseme ile, kalbi ısıtan bir film tadında gözlerimin önünden geçti…        

       Biliyorsun,  şu anda eşim ve dört patililerden oluşmuş geniş bir ailem var… Ancak dört patiler çok uzun zaman öncesinden beri bana hayat arkadaşlığı yapıyor… İlk göz ağrım ise, birinci evliliğimde evlat edindiğim; boşanma sonrası uzun bekarlık dönemimde bana bilgeliği ile eşlik eden; bu hayattaki gerçek yol arkadaşımı bulduktan sonra eşimin de ayrılmaz bir parçası olan, -içine insan kaçmış- Godo’ydu… İnsan ömrüne kıyasla çok az, ancak dört patililer için uzunca sayılabilecek on sekiz yıllık ömründe hep birlikteydik…  Tanıdığım birçok insanla kıyaslayabileceğim denli zeki, olgun, analitik zekalı, esprili, empati yapabilen, temel içgüdülerinin ötesinde bir köpekti… Dört patililer konusunda en acemi dönemimde elime düşmesi, onun için maalesef gerçek bir şanssızlıktı.        

       O dönemde kedilerle hiçbir ilişkim yoktu; dolayısıyla kedilere de alışkın değildi. Buna rağmen hayatında hiç kedi kovalamadı ve onlara bir kez bile havlamadı… Hatta kedilere karşı belirgin bir ilgisizliği vardı…        

       Köpek korkusu olanlara, diğer köpeklerin aksine yaklaşmak istemez, gerekirse yolunu değiştirirdi… Eğer onlarla aynı ortamda olmak zorundaysak, ürkütmemek için, adımlarını yavaşlatılmış film hızında atar ve doldurulmuş pelüş oyuncak köpek taklidi yapardı. Çocuklara karşı çok nazikti… Tüylerini, kuyruğunu çekip canını acıtsalar bile sesini çıkarmaz, uzaklaşmakla yetinirdi…  Köpek fobisi olan birçok arkadaşım, sayesinde korkularını gerçek anlamda yendiler… Hayvan sevmeyenler de -başta annem-, bir süre sonra onunla sıkı fıkı olduklarını fark edip, hayrete düştüler…

        Gerçek bir insan sarrafıydı… Havladığı insanlardan uzak durmam gerektiğini bana öğretmişti. Aynı zamanda, insan olarak dünyaya gelse, çok iyi bir politikacı olabilecek  potansiyele de sahipti… Sözümü dinler, birlikteyken çizdiğim hayali çizgilerin ötesine patisini kesinlikle atmazdı… Ancak yanından ayrıldığım an, özgür iradesi ağır basar, çıkma dediğim kanepelerde tepinir, yataklarda takla atar, tabaktaki yiyeceklerin tadına bakmayı ihmal etmezdi… Ayak sesimi duyar duymaz, her şeyden habersiz pozlarda, tekrar uslu köşe yastığı rolüne geri dönerdi…         

       Biliyorum ki, bir köpekle yaşamanın tecrübesine hiç varmamış olanlar için -hayvan sevseler bile-, anlattıklarım havada kalacaktır… Çünkü çoğu gerçek hayvan sever için bile, hayvanlarla beraber yaşamak düşüncesi, öncelikle dökülen tüylerinin ve tuvalet için gezmeleri gerekliliğinin zorluğunu akla getirir… Sohbet hep aynı bildik cümle ile tamamlanır: Ah keşke bahçeli bir evim olsaydı, bir köpek almayı çok isterdim… Oysa bahçedeki köpek, ev içinde beraberken yaşadığın hiçbir deneyimi sana veremez… O bahçedeki ağaçtan ya da çiçekten farklı değildir… Suyunu verir, yanından geçerken “meyve vermiş, çiçek açmış ne güzel!...” der, geçer gidersin… Belki fazladan birkaç oyun oynar, gezinti yaparsın… Ancak birbirinizi gerçek anlamda tanıyamaz, ruhlarınızın birbirine değme şansını ortadan kaldırırsın… Bu dünyadan, bir köpekle birlikte aynı evde yaşamadan geçip gitmek, bana göre gerçek bir şanssızlıktır…          

       Godo ile beraberken, hiç bahçeli bir evde yaşamadım… Kendime ait bir dairem de yoktu… O dönemlerde hayvanınızla birlikte kiralık bir ev bulabilmek gerçekten zordu… Bir keresinde hayvan sever, tatlı bir ev sahibinden tam da istediğim gibi bir ev kiralamıştım… Ancak kapı komşum hayvan sevmiyordu ve huzursuz olmamak için iki hafta sonra arkama bile bakmadan apar topar taşındığımı hatırlıyorum…        

       Hayatımı planlarken Godo hep önceliğimdi… Hastanede nöbet tuttuğum dönemlerde, evde yalnız kalmasın diye, ya bir arkadaşımın ilgilenmesini sağlardım, ya da işe giderken bırakıp sabah nöbet çıkışı aldığım bir köpek pansiyonuna emanet ederdim… Godo yaşlanıp kritik hastalıkları ortaya çıktığında da, bazen tedavisi gerektirdiği için, mesai arkadaşlarımdan nöbet değiştirme talebinde bulunurdum… Konunun bir köpek olduğunu öğrendiklerindeki yüz ifadelerini tahmin edersin… Bir hayvanla beraber yaşamayanlara, köpeğin ya da kedinin vazodan farkını anlatmak çok  da kolay değildir doğal olarak…        

       Sonuçta on sekiz yıl büyüttüğüm bir çocuğa sahiptim… Beraber olduğumuz sürece, onunla ilgili sorumluluklarımın farkında olmaya çalıştım… Onu hep hayatımın içinde tutmayı başardım ancak mutlak sonu engelleyemedim… Altı aylık bir mücadeleden sonra kucağımda uyutulmasıyla en büyük kabusumu yaşadım… Dört patili çocuklarıyla benim gibi bir ilişki içinde olanlar anlayacaktır… Bu kayıp gerçekten çok acıtıyor…        

       Gittiğinden beri, senenin bu dönemlerinde bir “Godo özlemi” eser hayatımda… Güzel anıları düşünür, fotoğraflarına bakar, hasret gideririm… Bu sene, melek olmasının ardından onun için yazdığım bir mektup geldi aklıma… Bütün dosyaları, çekmeceleri, olabileceği her yeri aradım ancak bulamadım… Birkaç gün sonra çok sevdiğim bir arkadaşım, sanki aradığımı biliyormuş gibi, mektubun bir kopyasının kendisinde olduğunu söyledi… Ne kadar sevindiğimi tahmin edersin!… O mektubu seninle de paylaşmak istedim sevgili okur!... On üç yıl öncesinin hala taze duygularıyla…        

       Sevgiyle, hoşça kal!....   

       

                            --------------------------------------


       “Bir tanecik sevgi topum!...        

       O kadar kanıksamışım ki seni; o kadar benden bir parçaymışsın ki…        

       Birdenbire arkamdaki pıtır pıtır sesler kesildiğinde…                  Oturduğum yerde bacağıma yaslanan o yumuşacık sıcaklığı hissedemediğimde…       

       Eve geldiğimde, kendimi dünyanın en popüler insanı hissettiren, yoğun tezahüratlarınla karşılanmadığımda…

        Nereye gitsem, orada olan pamuk yığını görüntüsü ortadan kalktığında…        

       Her kapı çaldığında zile eşlik eden o bildik tonlama artık duyulmadığında…        

       Dikkatle açılmış iki badem göz, ağzıma giren her lokmaya odaklanıp; sürekli hareket halinde fındık bir burun yerde mama arama tarama çalışmaları yapmayı artık bıraktığında…

        Dışarı çıkmak için giyinirken, çevremde tepeme kadar zıplayan bir zıpçıktı bulamadığımda…        

       Sabah üzerime atlayabilmek için, gözkapaklarımın kıpırdanmasını yatağımın başucunda sessizce bekleyen patileri göremediğimde…        

       Hiç ummadığım anlarda sevilmek, okşanmak için elimin altına girmeye çalışan o küçük kafanın, artık bir daha hiç avucumun içinde yer almayacağının farkına vardığımda….

          İşte o zaman anlayabildim gittiğini… Ağladım ve bencilliğimi anladım… O kadar saf, katıksız ve karşılıksız bir sevgin vardı ki, bunun yokluğunun düşüncesi bile beni paniğe sokmaya yetti… Gitmeni geciktirmek için çaresizce debelendim durdum… Gözlerindeki “Bırak da rahatça gideyim” bakışlarını görmezlikten geldim. Artık küçücük bedenin eskimiş, kocaman ruhuna yetemez olmuştu… Farkında değil miydim?!... Bal gibi farkındaydım… Ruhun koşup oynamak, bedenin oturmak istiyordu… Ciğerlerin yetersiz; dışı küçük, içi sonsuzluk kadar büyük kalbin güçsüzdü… Gözlerini dikip, seni tekrar eski güçlü Godo yapmamı bekliyordun… Neden yapmadığımı anlayamaz gözlerle bakıyordun… Bu bir ceza mıydı yoksa?!... Hani birlikte dağ tepe gezerken birdenbire durup bana baktığında, küçücük patine batmış dikencikten seni hemen kurtarıveriyordum ya… Peki şimdi neden sadece seyrediyordum?!...         

        Dolu dolu on sekiz yıl süresince görevini kesintisiz yaptın… Bunun bir sonu olduğunu ikimiz de ta baştan biliyorduk… En zayıf ve mutsuz anlarımda, kimsenin veremediği desteği, gücü enerjiyi verdin bana… Hayatıma insanlar girip çıkarken sen hep aynı yerde kaldın. Tüylerin gözyaşlarımla az ıslanmadı… O yelken kulakların, benden neler dinledi neler…Seni kollarımın arasında sıkıp hıçkırırken az nefessiz bırakmadım… Hiç şikayet etmedin, sabırla bana katlandın… Sorumsuz günlerimde senden özür dilemem yetti… Bana hiçbir zaman küsmedin, kızmadın, öfkelenmedin. Sanki yukarıda birileri içine sevgiyi tüm hücrelerine kadar tıka basa doldurmuş, sonra da aşağıya benim yanıma göndermiş gibiydi… Hayatıma dahil olan her insanın hücrelerinde aynı sevgiyi bulmaya çalışmamın nedeni de bu olmalıydı…        

        Bir gün, görevini tamamladığına, çünkü artık sana ihtiyacım kalmadığına karar verdin… Çünkü beni emanet edebileceğin, sevgi dolu bir iki patili vardı hayatımda… Bunu gözlerime bakarak bana söyledin…  Biz hep gözlerle anlaşmıyor muyduk?.. Ama ben ilk kez görmemezlikten geldim…        

        Senin gitme, benim de çaresizce seni yanımda tutma çabalarım altı ay sürdü… Hatalıydım biliyorum… Çok daha rahat gidebilirdin; buna engel oldum… Sensizliği kabullenemedim, bencillik ettim sevgi topum…  Özrümü şimdi de kabul eder misin Godo’m?… Bana sevginin gerçek anlamını ve nasıl ifade edileceğini sen öğrettin… Sorumsuz yanlarımı gösterdin… Koşulsuzluğu, saflığı, mutluluğu, neşeyi, güveni, huzuru, dinginliği, coşkuyu, çılgınlığı yaşattın… Çocuk ruhumu, doğaçlamayı, anın güzelliğini seninle keşfettim… Bana tüm verdiklerin için teşekkür ediyorum sana… Çok iyi bir öğretmen, sırdaş ve hayat arkadaşıydın… Bulunduğun yerde de çevrene ışık saçtığından eminim…        

        Seni artık azat ediyorum…  Minnetle, şükranla… Seni hep dudaklarımda kocaman bir gülücükle anacağım… Şimdi gerçek kanatlarınla, rahatça uçabilirsin sevgi topum… Enerjin hep benimle…"         

        İki patili annen…”             


        İpek Çerçi Akar

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.